Başbakan Binali Yıldırım, Dolmabahçe Başbakanlık Ofisi’nde iş dünyası temsilcileriyle bir araya geldiği iftar programındaki konuşmasının başında, İstanbul’da tedavi gördüğü hastanede dün vefat eden Azerbaycan Enerji Bakanı Natig Aliyev’e rahmet, Azerbaycan’a başsağlığı diledi.
Terörün dün yine kanlı yüzünü gösterdiğini söyleyen Yıldırım, “Şırnak’ta Jandarma Tabur Komutanlığı Üs Bölgesi’ne canlı bomba saldırısı sonucu iki kahraman Mehmetçiğimiz şehit oldu, 3 askerimiz yaralandı. Şehit askerlerimize Allah’tan rahmet, aile ve yakınlarına başsağlığı, yaralı askerlerimize acil şifalar diliyorum. Van’da, Diyarbakır’da terör güvenlik güçlerimize saldırdı. Batman’da ise jandarma karakoluna ve içlerinde sivillerin bulunduğu bir araca saldırı gerçekleştirildi. O saldırıda bir başka araçta bulunan gencecik bir müzik öğretmenimiz Şenay Aybüke Yalçın da şehit oldu. 8 ay önce öğretmen olmanın mutluluğunu yaşayan, 22 yaşında hayatının baharında şehit olan genç kızımıza Allah’tan rahmet diliyorum. Hiçbir kutsalı olmayan alçak terör örgütü, okullarda karne sevinci yaşandığı bir günde, böyle mübarek bir ayda, ellerini kana bulamaktan çekinmedi. Terör hepimizin ortak düşmanı. Bütün insanlığın ortak düşmanıdır. Hep birlikte teröre karşı ortak mücadele şarttır.” diye konuştu.
Yıldırım, son birkaç haftada Bağdat, Kabil, Filipinler, Londra ve İran’da peş peşe terör saldırıları yaşandığını ve çok sayıda insanın hayatını kaybettiğini hatırlatarak, şöyle devam etti:
“Terörden güvenli olan hiçbir ülke yoktur. İstanbul ne kadar güvenliyse Londra da o kadar güvendedir, Ankara ne kadar güvendeyse, Paris de o kadar güvendedir, Bağdat ne kadar güvendeyse Berlin de aynı şekilde güvendedir. Farklı ülkelerde, farklı isim ve örgütlerle ortaya çıksalar da terörün yaptığı iş aynı; vahşet, insanları sindirmek, insanları öldürmek ve böylece adeta insanlığın geleceğini karartmak. Terörle mücadelede ikircikli bir tutumu artık dünyanın terk etmesi lazım. Senin terör örgütün kötü, benim terör örgütüm iyi gibi mülahazalarla terörle mücadelede başarılı olunamaz. Özellikle son yıllarda İslam karşıtlığı, gelişmiş ülkelerde moda oldu. Adeta terörü İslam’la anmak suretiyle terörün kaynağının Müslüman ülkelerden ve Müslümanlardan olduğu şeklinde bir algı oluşturulmaya çalışılıyor. Bunun terörle mücadelede hiçbir faydası olmadığı gibi gelecek yıllarda medeniyetlerarası, kültürlerarası uzlaşmaya ve birleşmeye de çok ciddi zararları olacaktır. O yüzden bütün mücadelemizde şu prensibi göz önünde bulundurmamız lazım; insanı yaşatmak cihanı yaşatmaktır.”
Terörün dini, mezhebi, imanı, etnik kimliği olmadığını, terörün her yerde kötü olduğunu belirten Yıldırım, “Londra’da, Halep’te, Pakistan’da katledilen masumları kendi vatandaşlarımızdan asla ayrı görmedik, göremeyiz.” diye konuştu.
“ONLARA DA EL AMAN VERDİRMİYORUZ”
Başbakan Binali Yıldırım, Fırat Kalkanı Harekatı’yla 2 bin 200 kilometrekarelik alandan DEAŞ’ın temizlendiğini ve 100 bin mültecinin bölgede tekrar yerleşmesinin sağlandığını anlatırken, “Oraya huzur geldi. Artık oradan roketler, füzeler, Kilis’e, Gaziantep’e gelmiyor, oradaki insanımızın can ve mal güvenliğini tehdit etmiyor.” diye konuştu.
Türkiye’nin terörle gerçek anlamda mücadele ettiğini, “mücadele ediyormuş gibi” yapmadığını anlatan Yıldırım, dünyada 3 terör örgütüyle mücadele veren başka bir ülke bulunmadığını kaydetti.
Yıldırım, Sincar ve kuzey Suriye’de PKK’nın “kuzenleri”nin türediğini belirterek, “YPG, PYD gibi değişik isimlerde ama aynı aileden terör örgütleri, şimdi orada başımızı ağrıtmaya çalışıyor. Onlara da el aman verdirmiyoruz, verdirmeyeceğiz.” ifadelerini kullandı.
Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde 1 yıla yakın süredir başlatılan terörle proaktif mücadelenin, önemli sonuçlar verdiğini dile getiren Yıldırım, şunları anlattı:
“Daha önce terör örgütleriyle mücadele, savunma esasına göre yapılıyordu. Geçtiğimiz ağustos ayından beri bunu terk ettik, taarruz esasına göre mücadeleye geçtik. Yani ‘Bana değmiyorlarsa, biz de onlara değmeyelim’ anlayışıyla değil, bulundukları yerde gereğini yapıp, ülkenin her karış toprağını terörden temizlenmiş olarak vatandaşlarımızın rahatça seyahat edeceği, yaşayacağı, iş güç yapacağı yerler haline getirmek. Bu, önemli ölçüde terörde inisiyatifin elimize geçmesini sağladı. Şu anda yurdun her köşesinde, her noktasında askerimiz, polisimiz, jandarmamız, korucumuz, gece-gündüz demeden yıllarca yuvalandıkları o mağaralarını ele geçiriyorlar, oradaki silahları alıyorlar ve o bölgeleri güvenli hale getiriyorlar. Güney sınırımız boyunca bir terör koridoru oluşturma gayretleri var, gerek Irak gerekse Suriye tarafında. Buna katiyen izin vermeyeceğiz. Bunun için bir yandan sınır güvenliğimizi öngören fiziki tedbirleri alırken, diğer yandan da sınır ötesi girişimleri sona erdirmek için sürekli havadan, karadan gerekli müdahaleleri yapıyoruz. Şu anda Suriye ve Irak sınırımızdaki yaklaşık bin 350 kilometrelik sınır hattının yüzde 70’ini fiziki olarak emniyet altına aldık, diğer yüzde 30’u için de çalışmalar devam ediyor.”
Yıldırım, bölgedeki sorunların sona ermesi için gayret gösterirken, yeni bir sorun alanıyla karşı karşıya kaldıklarını belirtti.
Katar’a yönelik başlatılan yaptırım kararının doğru olmadığını daha önce Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve hükumetlerinin açık bir şekilde dile getirdiğini belirten Yıldırım, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Körfez ülkelerinde yaşanan bu kriz, ümit ediyoruz ki en kısa sürede diyalog suretiyle, istişare suretiyle sona erer. Her zaman bir şey söylüyoruz, coğrafya kaderdir. Coğrafyayı biz seçmiyoruz ama o coğrafyada komşularımızla beraber kardeşlik içinde, barış hukukuyla yaşamak mecburiyetimiz var. Kaderimize, kardeşlik bağımıza uygun olarak devam etmemiz gerekir. Bölgenin daha fazla karışmaması, gerilimin yükselmemesi için fırsat kollayanların umutlarını boşa çıkarmalıyız. Suriye, Irak, Yemen, Libya gibi ülkelerde sıkıntılar halihazırda devam ediyor. Bu problemin daha da genişleyerek Körfez’e sıçraması bölgemiz açısından hiçbirimizin arzu etmediği yeni bir durumu meydana getirecektir. Bu bakımdan krizin derinleşmemesi için Türkiye olarak, başta Cumhurbaşkanımız olmak üzere çok ciddi bir mesai harcıyoruz. Bütün bölge ülkelerinin liderleriyle ve diplomatik alanda muhataplarımızla görüşmeler yapıyoruz ve tarafları sükunete davet ediyoruz. Mübarek ayda, yine Müslüman ülkelerin kendi aralarında böyle bir çatışmaya girmemeleri için azami gayreti gösteriyoruz. Tabii burada oluşabilecek yeni bir sorun alanı sadece bölgeyle sınırlı kalmaz. Bölgenin jeostratejik özelliği bakımından bu sorunun küresel bir soruna dönüşme riski çok fazladır. O bakımdan bütün tarafların sorumlu davranması lazım ve krizin tırmanması yönünde değil, tansiyonun düşürülmesi yönünde katkı sağlaması gerekir.”
Güven ve istikrarın ne anlama geldiğini en iyi iş dünyası temsilcilerinin bileceğini ifade eden Yıldırım, şöyle devam etti:
“Küresel, bölgesel krizlere karşı ekonominin ne kadar hassas olduğunu en iyi bilen sizlersiniz. Ülkemizde bir 15 Temmuz hadisesi yaşadık. Bu Cumhuriyet tarihimizin belki de en ağır bir kalkışmasıydı, bir terör hareketiydi ve 15 Temmuz olmasına rağmen ekonomimizin temelleri sağlam olduğu için ne oldu? Cuma günü darbe girişimi oldu, Allah’a şükür pazartesi Türkiye’de hayat çökecek, bankalar açılmayacak, finansal işlemler yapılmayacak, adeta ekonomik hayat duracak… Bu öngörüler vardı, ama ne oldu? Bunların hiçbirisi olmadı, bütün iş alemimiz normal yaşamına dönerken aynı zamanda da 29 gün boyunca meydanları terk etmedi ve demokrasi nöbetlerini tutmaya devam etti. Gündüz işini yaptı, gece de ülke bekçiliğine devam etti. Piyasalar tıkır tıkır çalışmaya başladı. Ülkemizi dimdik ayakta tutarak terör örgütlerinin bütün girişimlerini boşa çıkardık. Bugün geldiğimiz bu noktada sizlerin emeği çok büyük. Bunu bu vesileyle ifade etmek isterim. O gün, siz herhangi bir çağrı gelmeden piyasalarda bir bozulma olmasın diye bir hafta içinde 11 milyar doları sisteme dahil ettiniz ve piyasalar bu terör girişiminin, bu olağanüstü durumun def edilmesini kısa sürede sağladınız. Bu vesileyle ülkem ve millet adına sizlere, iş alemimize bir kez daha şükranlarımı sunuyorum.”
“TÜRKİYE’Yİ BUGÜNLERDEN ÇOK DAHA GÜZEL GÜNLER BEKLİYOR”
Bu ülkenin zenginliklerine, insanının taşıdığı büyük meziyetlere her zaman çok güvendiğini dile getiren Yıldırım, “Bunun rahatlığı içinde diyebilirim ki Türkiye’yi bugünlerden çok daha güzel günler bekliyor. Allah’ın izniyle önümüz açıktır. Bu milletin tarihinde birçok örneği bulunan medeniyet kervanı, geleceğe doğru bir kez daha yola çıkmıştır. Bu kervan daha önce Doğu’dan Batı’ya doğru gitti. Batı zenginleşti, şimdi oradaki görevini tamamladı, kervan geriye dönüyor. Batı’dan Doğu’ya doğru İpek Yolu’yla, modern altyapıyla bu kervan tekrar dönüyor. Hem gidişte, hem gelişte bu kervanın geçeceği mutlak bölge Anadolu topraklarıdır. Türkiye o bakımdan tarihin her döneminde stratejik bir öneme sahip olmuştur.” dedi.
Başbakan Yıldırım, dünyanın en büyük havalimanını yapma projesinin tesadüf, fantezi olmadığını kaydederek, “Dünyanın geleceğinin ne yönde gideceğini hesap edip ona göre atılmış bir adımdır.” dedi.
70’li yıllarda havacılığın merkezinin Amerika olduğunu belirten Yıldırım, “80’li yıllarda Avrupa’nın batısı, 90’lı yıllara geldiğimizde yavaş yavaş Avrupa’nın doğusuyla Orta Doğu’nun yer aldığı bizim bölgemize gelmiş durumda. Bugün İstanbul, 3 kıtaya en iyi bağlantı veren konumda. Bu bakımdan 200 milyon yolcu kapasiteli bir havalimanı İstanbul başta olmak üzere Türkiye’nin gelecekteki stratejik değerini bir kez daha kanıtlayacak. Bugün dünyadaki en büyük havalimanının kapasitesinin 90 milyon olduğunu düşünürsek yaptığımız bu proje, attığımız bu adım Türkiye’nin 2023, 2035 hedeflerine, 2053, 2071 vizyonuna ne kadar yakışan bir adım olduğunu ortaya koymaktadır.” diye konuştu.
Her geçen gün iş dünyasının hayatını kolaylaştıracak uygulamaları bir bir hayata geçirdiklerini kaydeden Yıldırım, şöyle dedi:
“Piyasaları canlandırmak için geçtiğimiz temmuzdan itibaren bir süreç yaşadık. Üçüncü çeyrekte küçüldü Türkiye. Bu gayet doğal. Büyük bir darbe yaşamışız. Üstelik de Amerika seçimleri yaklaşmış, bir belirsizlik var, kasıma kadar bu devam etti. Kasımda zirve yaptı -hatırlayın-, gelişmekte olan ülkelerin para birimleri süratle değer kaybetmeye başladı ve bunun arkasında iş alemi kısa süreli bir tedirginlik yaşadı. Çünkü döviz esasında borçlanmaları çok fazlaydı, bunların kur hareketliliğinden kaynaklanan riskleri mutlaka bir şekilde karşılanmalıydı. Bunun üzerine 8 Aralık’ta hükümetimiz çok kapsamlı bir tedbir paketi açıkladı. Açıklanan bu tedbir paketinde birçok unsur vardı. Bir yandan yurt içindeki devlete olan yükümlülükler bir kısmı ertelendi, bir kısmında yeniden yapılandırmalar getirildi. Bir kısmında dövizden Türk lirasına geçiş sağlandı fakat bunları da yeterli görmedik, bir adım daha attık, dedik ki ‘piyasaların bu kriz havasından süratle çıkması lazım.’ Bunun için KOBİ’lere, büyük işletmelere hareketlilik getirecek, nakit sıkışıklığını ortadan kaldıracak ve uzun vadeli planlarını devam ettirecek tedbirler aldık. KOBİ’lere can suyu niteliğinde belirli kamu bankalarının ve diğer bankaların katılımıyla bir kredi hacmi oluşturduk. Bununla yetinmedik, bütün işletmelerimizi kapsayan 250 milyar lira büyüklüğünde bir kredi havuzu oluşturduk. Burada da Kredi Garanti Fonu’nu devreye soktuk. Bu şekilde Kredi Garanti Fonu’nun devreye girmesiyle bugüne kadar 180 milyarlık bir kredi işletmelerimize kullandırıldı. Rakam her gün değişiyor. Bu ne demektir? Eğer bu ödenmemiş olsaydı bankalar böyle bir imkanı, işletmelere tanımamış olsaydı bu sefer ne olacaktı? Temerrüte düşeceklerdi, borçlarını ödeyemeyeceklerdi. Borçlarını ödeyemedikleri için bankalar üzerine gelecekti ve dolayısıyla işleriniz bozulacaktı. İşler bozulunca kim kaybediyor? Siz kaybediyorsunuz ama memleket daha çok şey kaybediyor.”
Yıldırım, ekonomideki olası sıkıntının işveren ve işçiyi etkilediğini söyledi.
“Bu durumlarda piyasalarınızı kaybedeceksiniz, Türkiye’de üretim ve milli gelir düşecek, moraller bozulacak. İşte bunu anında görüp müdahale edildi. Allah’a şükür şimdi tıkır tıkır herkes işine, gücüne bakıyor.” diyen Yıldırım, borçların yeniden yapılandırıldığını, nakit ihtiyacının karşılandığını, böylece bu moral bozukluğu, belirsizlik ve karamsarlık ortamının yok olduğunu, bunun işin bir boyutu olduğunu ifade etti.
İşin diğer boyutunun ise 120 milyarlık geçmiş yıllara sarih devlete olan iş aleminin yükümlülüğü olduğunu dile getiren Yıldırım, şöyle konuştu:
“O da yerine gelmemiş. Ne var bunda? Vergi borcu, sosyal güvenlik primi, muhtasar ödemeleri var. Bütün bunları yeniden yapılandırdık. 10 milyon mükellefi, bu taahhütlerini gelecek 36 içinde ödemesi için bir imkan sağladık. Onun toplam tutarı 120 milyar lira. Bir başka konu, 2017’nin ilk 3 ayının SSK, muhtasar ödemelerini yılın son 3 ayına erteledik. Bir başka konu, asgari ücret 1400 liranın üzerine çıktı biliyorsunuz. Onun, bir öncekiyle yeni asgari ücret arasındaki farkından doğan ödemelerin bir kısmını da biz devlet olarak üstlendik. Bu da iş hayatının bir yükünü alma namında önemli bir katkıdır.”
İŞLETMELERE VERİLEN DESTEKLER
Küçük ve orta ölçekli işletmelere de önemli katkılar yaptıklarını dile getiren Yıldırım, şöyle devam etti:
“Bu da nedir? KOSGEB Kredisi. Bugüne kadar zannediyorum orada da 260 bin civarında, 460 bin mükelleften 260 bin civarında fiilen kullandılar. Bu kredi 20 binden 50 bine kadar 3 yıl vadeli, faiz sıfır. Bir yılı da ödeme yok. Böylece küçük işletme, tuhafiyeci, berber, bakkal, küçük işletmelere de bir rahatlatma getirdik. Bu da gayet güzel. Bendevi Palandöken’in de keyfi yerinde. Bütün bu KOSGEB, KGF teminatlı krediler, nefes kredisi vesaire hepsinin şu ana kadar piyasaya verdiğimiz para miktarı 200 milyar lira. Altı ay içinde 200 milyar lira sektöre para aktardık. Niye? İşsizlik olmasın, üretim devam etsin, ihracat artsın, ekonomimiz hiçbir olumsuzluk yaşamasın diye. O bakımdan, şimdi diyeceksiniz ki ‘Bu kadar parayı verdiniz de bankaların hali ne olacak?’ Siz bankaları düşünmeyin. Bankaların her zaman tuzu kurudur. Bankaların karları artıyor. Ama şimdi burası dost meclisi bir aile. Her şeyi güzel konuşalım. Paraları verdik, sizlerin sorunu çözüldü. Bankaların da yeni nakde ihtiyaçları var. Yeni nakdi nasıl sağlayacaklar? Ya mevduat faizlerini artıracaklar yahut da dışarıdan kaynak bulacaklar. İlave kaynak bulacaklar. Bu, attığımız birinci adımdı. İkinci adımda mevduat faizlerinin artmasını istemiyoruz. Neden? Çünkü mevduat faizi artarsa, kredi faizi artıyor. Kredi faizi bir noktanın üzerine çıkarsa artık onun fizibilitesi kayboluyor. Yani yüzde 15, 16’dan para alacaksınız da onu nasıl işletmeye döndüreceksiniz? Buradan nasıl kar edeceksiniz? Bu çok ağır bir yükümlülük. Onun için şimdi izlemeye devam edin.”
Yıldırım, ikinci adımlarının maliyetleri aşağı çekecek sürdürülebilir bir finansal yapıyı oluşturmak olduğunu dile getirerek, bu konu hakkındaki detayları önümüzdeki günlerde açıklayacağını söyledi.
Kendi doğal şartlarında işlerin yoluna gireceğini aktaran Yıldırım, paradan ticaret yapma anlayışıyla değil, parayla üretim yapma, istihdam oluşturma, ticareti artırma, refahı büyütme ve refahın adil paylaşımını sağlamanın bundan sonraki hedefleri olduğunu vurguladı.
Yıldırım, bunun için büyümenin branşlarını ve dökümünü oluşturan inşaat, sanayi, tarım, turizm, ihracat gibi kalemlerin arasındaki dengenin kurulması gerektiğine dikkati çekerek, “Sadece bir sektöre dayalı büyüme risklidir. Bunlarla ilgili de tedbirlerimizi alıyoruz. Az önce anlattığım gibi tedbirleri ortaya nasıl koyduysak burada da aynı şeyi yapacağız. Bunun için elimizde araçlar var. Ne yapacağımızı biliyoruz. Siz önünüze bakın. Hız kesmeden devam edin. Yolda hız felakettir, ekonomide hız berekettir. Yollar güzel. Yollarda kurallara uyalım. Hız sınırlarını geçmeyelim. Ama ekonomide sınırlama yok. Bas, basabildiğin kadar. 2016 sonundan bu yana… 2016’nın sonunda başladı, 2017’de ihracat artmaya devam ediyor. Bu senenin hedefi 153 milyar dolardı. Bunu geçecek miyiz? Hadi şunu 160 diyelim de düz olsun. 160 milyar dolar ama yani ticaretimiz, ihracatımızın rakamının büyümesi önemli. O rakamdan elde ne kalıyor ona da bakmamız lazım. Aldık sattık, hesaba baktık el elde baş başta. Bu olmaz. Geçen sene ihracatımız büyümeye eksi katkı sağladı. Tarım eksi katkı sağladı. Bu sene ikisinden de artı katkı bekliyoruz. 4,2 büyüme hedefimiz var. Biz bunun üzerine çıkacağız. Başka yolu yok. En az 5.”
Dünyayla kopuk bir hallerinin olamayacağını dile getiren Yıldırım, dünyada olup bitenleri bilmeleri gerektiğini söyledi.
Yıldırım, dünyanın en cömert ve destek unsurları içeren proje bazlı teşvik sistemini yaptıklarını anımsatarak, “terzi işi” teşvik verdiklerini kaydetti.
Yıldırım, “dünyanın en cömert ve destek unsurları içeren proje bazlı teşvik sistemi”ni yaptıklarını dile getirerek, katılımcılara şöyle seslendi:
“Sipariş üzerine teşvik. Geliyorsunuz, eninize boyunuza bakıyoruz, ona göre elbise… Konfeksiyon işi teşvik değil, terzi işi, ısmarlama teşvik. Bir yatırımınız var, bu yatırımın ülkemize katma değer sağlaması söz konusu, herkesin yaptığı iş değil, yeni bir şey yapıyorsunuz ve bu yeni şeyin de ülkemize ihracatta çok daha kilo başına fazla getirisi olacak veya ülkemizin rekabet gücünü artıracak bir iş olacak. Buna özel teşvikler veriyoruz. Türkiye’nin mutlak üstünlüğü yok, gazımız, petrolümüz yok ama bizim mukayeseli üstünlüğümüz olması lazım. Mukayeseli üstünlük de belirli stratejik alanlarda söz sahibi olmak, hem bölgede hem dünyada. Bunu nasıl sağlayacağız? Siz tek başınıza bunu yapamazsınız. Sivrilip dünyada fark edilinceye kadar biz sizi destekleyeceğiz. Siz de çalışacaksınız, çabalayacaksınız ondan sonra arkanızdaki milyonların beklentilerini, umutlarını gerçeğe dönüştüreceksiniz.”
Gelişmiş ülkelerin bu tür teşvikler uyguladığını anlatan Yıldırım, Kore’yi, İsveç’i, Norveç’i ve diğer Avrupa ülkelerini örnek verdi.
Başbakan Yıldırım, şöyle devam etti:
“Önce devlet tüm gücüyle seçilen alanlarda desteği vermiş, arkasında o bir noktada gelince o desteğe ihtiyaç kalmamış çünkü artık onun piyasası ülke sınırlarını aşmış, dünyanın her tarafında sözü geçer hale gelmiş. Tıpkı THY gibi. THY, ben göreve başladığımda zarar eden, dışarıda 60 ülkeye uçuş yapabilen, 55 uçağı olan, ne içeride ne dışarıda beklenen faydayı sağlamayan 50 yıllık bir kuruluş. ‘Bu böyle yürümez.’ dedim. Niye? Çünkü Çin’e resmi ziyarete gittim. Döneceğiz, ‘Uçak arızalı, gidemiyoruz.’ dediler. ‘Niye yapamıyorsunuz? Çin’de yok mu bunun parçası?’ diye sordum. ‘Var da biz alamayız. Genel müdürlüğe yazacağız, genel müdürlük ihale açacak, teklifler alacak, parça gelecek, alınacak, buraya gelecek.’ dediler. Bir başka uçak geldi, biz onunla geldik. Bunun ölçek ekonomisiyle alakası var mı? Ama devlet kısıtlamaları, mevzuatı kıskıvrak bağlamış. ‘Bununla bir yere varamayız.’ dedim. Devresi gün geldim ‘Sayın Başbakanım biz burayı mutlaka devletin kısıtlamalarından çıkarmamız lazım.’ dedim. O günkü yöneticiler telaşlandılar, koşa koşa Başbakanımıza geldiler, ‘Efendim bu bakan bizi batırmayı kafaya koymuş.’ ‘Bunlar ne diyor Binali?’ dedi. ‘Onlar, rahatlarını bozmak istemiyorlar. Bir şey yapmazsak zaten batıyorlar, ama bir şey yaparsak tekrar yaşama şansları olacak.’ dedim. Yüzde 51’ini halka arz ettik. Birine verdiler demesinler diye vatandaşa verdik. Ne oldu ondan sonra? Bugün 280 noktaya uçan, sadece Afrika’ya 40’tan fazla noktaya uçan bir havayolu şirketiyiz, yurt içindeki yolcu sayımız 24 milyondu, şu anda 90 milyonu geçti. Başka şirketler de yapsın dedik. THY pazarın payının yüzde 99’unu alıyordu, taşıdığı yolcu sayısı 8 milyondu, şimdi yüzde 49 veya yüzde 50’si; toplam sayı iç-dış 32 milyondu, sadece THY 50 milyonun üzerinde yolcu taşıyor. Atatürk Havalimanı 14. sırada geliyordu, şimdi Avrupa’da ikinci sırada geliyor. Transit yolcu sayısı 1 milyondu, 40 milyona yaklaştı. Türkiye’nin 26 havalimanı faaldi, şimdi 56 havalimanı var. Havayolu halkın yolu oldu.”
“SİZDEN BEKLEDİĞİMİZ ÇIKIP BUNU SAVUNMANIZ”
Binali Yıldırım, teşvik paketlerine değinirken, “Koca, büyük bir reform paketi, bir zeytin kanunuyla maalesef olumsuz bir algıya dönüştürüldü. Bu da hiç hak etmediğimiz bir şey. Onunla ilgili de şimdi komisyona o madde çekildi. Görüşülecek, konuşulacak. Size işin özünü söyleyeyim. Bu zeytinle ilgili, merayla ilgili konu, meraların yok edilmesi değil, zeytin alanlarının talan edilmesi değil. Samimiyetle söylüyorum. Zaten meralık yer var, mera vasfını yitirmiş, sanayinin ortasında kalmış, denizin kenarında kalmış. Buraların fiilen mera, yaylalık olarak kullanılma şansı yok. Şehirleşme sonucu bir durum ortaya çıkmış. Bunun bir ot bedeli tutturmuşlar. Ot bedeli de topluyorsun kurullar falan aylar, yıllar sürüyor, bir türlü ot bedelini belirleyemiyoruz. Ot da yok. Olmayan ota bedel… ‘Bu kepazeliği ortadan kaldıralım, buna lüzum yok.’ dedik. Diğeri de uluslararası bir liman yapıyorsunuz, limanın iskelesi var, rıhtımı var, arka planı yok. Niye? Kayıtlara zeytinlik diye geçmiş. Zeytin nerede? Yok. Ağaç nerede? Yok. Ama adı böyle. Buranın bir imar değişikliğine ihtiyacı var. Şimdi lojistik desteği olmayan bir liman nasıl çalıştırılacak?” diye konuştu.
Bu iş için istisnai düzenleme yaptıklarını belirten Yıldırım, “Zeytin alanlarını yok etme, zeytin varlığımızı azaltma diye bir şey yok. Eğer öyle olsaydı, 15 senelik sonuç ortada. AK Parti olarak iktidara geldiğimizde Türkiye’deki toplam zeytin varlığı 100 milyon ağaç; bugün 172 milyon. Yüzde 72 artmış. Dünyanın 5 ülkesi arasına giremiyorduk, şu anda zeytincilikte dünyanın 2. ülkesi haline gelmişiz. Bu kadar önemli bir gelişmeye rağmen yaptığımız bu zorunlu düzenlemeyi, bir ihtiyacı görmeye yönelik çok sınırlı, çok zorunlu bir düzenlemeyi ‘Zeytin alanları talan ediliyor’ diye takdim etmek bu ülkenin faydasına bir şey değildir.” dedi.
Başbakan Binali Yıldırım, katılımcılara “Ama benim size bir sitemim var” diye seslenerek, “Biz, bu gayreti gösterirken, sizden beklediğimiz çıkıp bunu savunmanız. Sizin için yapıyoruz, sanayimiz için yapıyoruz, üretimimiz için yapıyoruz, ülkemiz için yapıyoruz. Çevre hepimizin. Çevreyi gözümüz gibi korumak hepimizin görevi. Bunda hiç şüphe yok, ama çevre adı altında ülkemizin gerçek ihtiyacını görmemek, gereken tedbirleri almamak da çok daha büyük kayıplara sebep oluyor.” ifadelerini kullandı.
“ÇEVREYİ, ÜLKELERİN HIZINI KESMEK İÇİN KULLANAN BİR KÜRESEL YAPI VAR”
Sovyetler Birliği’nin 1991’de dağılmasının ardından Almanya, Danimarka, İsveç, Norveç, Finlandiya’nın, Polonya’nın atıkları nedeniyle Baltık Denizi’nin kirlendiğini ve bunun durdurulmasını istediğini anlatan Yıldırım, Polonya’nın “Kusura bakmayın. Yeni mi aklınıza geldi? 50 yıldır siz, içine ettiniz. Bir 50 yıl da bana müsaade edin ondan sonra gereken tedbirleri alalım, ben o kadar zengin değilim. Ya da siz gelin bütün altyapımı, arıtma sistemini yapın, buna da itirazım yok.” karşılığını verdiğini aktardı.
Yıldırım, “Maalesef son zamanlarda çevreyi, ülkelerin hızını kesmek, ülkelerdeki yapılması gereken işleri engellemek için kullanan bir küresel yapı var. Bu yapıya aldanmayalım. Gezi bunların sonucudur. Gezi olayları olduğunda, aynı olaylar Meksika’da, Venezuela’da, Brezilya’da, Şili’de oldu. Orada sokaklara çıkanlar, ‘Paraları çarçur etmeyin, yol, köprü, fabrika yapın.’ dediler. Bizde ne oldu gezide? ‘Köprüyü, havalimanını, yolları yapmayın.’ Ne oldu? Gerçek amacın çevre olmadığı, Türkiye’nin rekabet gücünü geciktirmek olduğunu hep beraber gördük. Orada Cumhurbaşkanımız başta olmak üzere birlik, beraberlik, dayanışma ruhunu korumasaydık, Türkiye şimdi bambaşka bir yerdeydi.” diye konuştu.
“VESAYET MASALI BİTİYOR”
İş adamlarından ufuklarını geniş tutarak, kararlar almasını isteyen Yıldırım, “Bütün enerjimizi buna vereceğiz. Çalışacağız, çabalayacağız, birçok ülkede olmayan büyük bir kaynağımız var, genç nüfusumuz var. Paranız olur, petrolünüz olur ama insan kaynağınız olmazsa bir şey ifade etmez. İşte bizim böyle büyük bir kaynağımız var. Bu kaynağı terörle gölgelemeyelim. Bu kaynağımızı ülkemizin büyümesi, kalkınması için sisteme dahil etmemiz lazım. Bunu da nasıl yapacağız? Yatırımları artıracağız. Ekonomiyi canlandıracağız. Birliğimizi, beraberliğimizi, kardeşliğimizi sağlamlaştıracağız. Huzuru, güveni, istikrarı kalıcı hale getireceğiz.” dedi.
Başbakan Yıldırım, 16 Nisan’da yapılan referanduma işaret ederek, şunları aktardı:
“Bu referandumun amacı, ‘Efendim durup dururken bu sistem değişikliğini yapalım da birkaç kişiye ikbal hazırlayalım’… Böyle bir şey var mı? İstikrar, güçlü iktidar ve Türkiye’nin birliği, beraberliği, kardeşliği. Ne olacak? 2019, 3 Kasım’da seçim yapacağız. Bu seçimde hem vekilleri seçeceğiz hem de 5 yıllığına ülkeyi yönetecek kadroyu seçeceğiz, cumhurbaşkanını seçeceğiz. Yani Cumhuriyet tarihimizde ilk defa ülkeyi yönetecekleri doğrudan millet belirliyor. Vekilleri seçip göndereyim de onlar kendi aralarında karar versinler, ülke nasıl yönetilecek, hükümeti kim kuracak, kuramayacak mı, siyasi istikrar olacak mı olmayacak mı, bunlar tarihe karıştı. Yüzde 50 artı 1… Aldın aldın, almadın iktidar yok. Dolayısıyla tek başına güçlü iktidar. İki, sürekli istikrar. Güçlü hükümet var, güçlü Meclis var niye işler olmuyor bahanesi yok. Millet vermesi gereken her şeyi vermiş. Kimse bahanelere sığınarak, ‘Efendim vesayet var’… Ne vesayeti kardeşim, yüzde 50’den desteği olan yerde vesayet olur mu? Vesayet masalı bitiyor.”
“BÖLÜCÜLÜK ARTIK PİYASA YAPMAYACAK”
Vesayetin geçmiş yıllarda olduğunu dile getiren Yıldırım, şunları kaydetti:
“Vardı doğru. Biz de tek başına iktidardık ama nelerle karşılaştığımızı görüyorsunuz. Partimizi kapatmak istemediler mi? Cumhurbaşkanını seçmek istedik engellemediler mi? Gezi olayları, 17-25 Aralık, 15 Temmuz’u yaşatmadılar mı? Bunlar sizin bildikleriniz bir de bilmedikleriniz var. Onları da biz yaşadık ama açık etmedik. Milletimizle paylaşmadık. Tarih bunları yazacak. Bugünlere kolay gelinmedi ama artık bundan sonra inşallah tek vesayet kaldı, kalıcı, devamlı, o da lazım. Tek vesayet sahibi var millet. Millet emaneti verir, emaneti alır. Bu kadar. Başka kimse kafayı uzatamaz. Bu dönemler bitiyor. Yeni sistemin özelliği bu. Bir özelliği de şu değerli dostlar, yeni hükümet sisteminde Türkiye’nin bölünme riski tamamen ortadan kalktı. Bunu neye dayanarak söylüyorsun diye merak ediyorsunuz. Çünkü yüzde 50 artı 1 oy almak için Türkiye’nin her köşesinden destek almanız lazım. Dolayısıyla bölücülük artık piyasa yapmayacak.”
“KILIÇDAROĞLU’NUN RAHATSIZLIĞI VARSA VARSIN RAHATSIZ OLSUN”
Sözlerine “Tek devlet, tek millet, tek bayrak, tek vatan” diyerek devam eden Yıldırım, “Yine sıralamayı karıştırdım. Cumhurbaşkanımız sürekli bana diyor. ‘Şunu hala sıralamasını doğru yapamadın.’ Kafaya, hafızaya bir kere yanlış kaydoldu. Şimdi doğrusunu söyleyelim, ‘Tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet’… MB Merkez Bankası, VD Vergi Dairesi” şeklinde espri yaptı. Araya girilmesi üzerine “İşi düzelttik karıştırma. Millet, bayrak, vatan, devlet.” şeklinde sözlerine devam eden Yıldırım, “Şimdi ana muhalefet partisi ‘Siz bu rabiayı bırakın, bu bölücülük terör işareti.’ diyor. Bu terör işareti mi arkadaş? Bu tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet… Bundan Kılıçdaroğlu’nun rahatsızlığı varsa varsın rahatsız olsun. Hiçbir vatan evladı buna karşı olamaz. Siyaset yapacağım diye bizim hepimizin ortak değerleri üzerinden suçlama yapmasınlar.” dedi.
Türkiye’nin dünyanın parlayan bir ülkesi konumuna geldiğini dile getiren Yıldırım, şöyle devam etti:
“Bölgenin umudu olmuştur. Saydığımız bu güzellikler, milletimizin sarsılmaz değişim iradesinin tükenmeyen umudunun fedakar gayretinin ürünüdür. Milletimizle el ele vererek, Allah’ın izniyle karayı aka, karanlığı aydınlığa, çöküşü dirilişe çevirdik. Şükürler olsun ki bugün ekonomide, siyasette, dış politikada ve diğer bütün alanlarda istikrarı sağlayan geleceği için sağlam hedefleri olan bir ülke haline geldik. Şunu hepimiz bilmemiz lazım, ülkemizi demokrasiyle, istikrarla, seviyeli ve çözüm üreten siyasetle, adaletle, dayanışma ve hakkaniyetle gelişen bir ülke olarak geleceğe taşımakta kararlıyız. Dünyanın hızından asla geri düşmeyeceğiz, dünyanın hızının önünde olmaya devam edeceğiz. Bunu da sizlerle yapacağız. Hep beraber yapacağız. Gönül birliğiyle yapacağız, dayanışmayla yapacağız.”
Programa, Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci, Gümrük ve Ticaret Bakanı Bülent Tüfenkci, AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Cevdet Yılmaz, Grup Başkanvekili Mehmet Muş ile TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Erol Bilecik, MÜSİAD Genel Başkanı Abdurrahman Kaan, TİM Başkanı Mehmet Büyükekşi, DEİK Başkanı Ömer Cihad Vardan, ASKON Genel Başkanı Mustafa Koca, KAGİDER Başkanı Sanem Oktar’ın da yer aldığı 160’a yakın davetli katıldı.